22 Ekim 2013 Salı

Kissenger’in bir günü


Henry Kissenger şüphesiz 20. YY dünyasını şekillendiren isimlerden biri olarak daha ölmeden tarihteki yerini aldı. 

Hayatıyla ilgili ansiklopedik bilgiler vermek yerine, Kissenger’ın neden önemli bir insan olduğunu yaptıklarıyla hatırlayalım. Hem Ulusal Güvenlik Danışmanlığı hem de Dışişleri Bakanlığı görevlerini aynı anda yürüten ender isimlerden biri olan Kissenger,(Önce danışman sonra bakan olan Davutoğlu’na ‘Türk Kissenger’ı denilmesinin bir sebebidir) ABD dış politikasında etkin olduğu 1969-1977 yılları arasında önceden hayal edilemeyen adımları atmıştı.

Soğuk Savaş sırasında ABD’nin ezeli düşmanı Sovyetler ile yakınlaşma (detente) politikasını başlatmış aynı zamanda Sovyetlerin müttefiki Çin ile daha güçlü ilişkiler geliştirmenin adımını atmıştı. Böylece bir yandan Rusları sakinleştirirken, diğer yandan dünyanın ikinci büyük komünist devletiyle Sovyetlere karşı ittifak kuruyordu. Birçok başka başarının yanında ABD’nin Vietnam’dan çekilmesinde oynadığı rol nedeniyle Nobel Barış ödülünü almıştır.

Dünyaya yön veren insanların hayatları yukarıdaki gibi kronolojik bilgilerle anlatılınca sanki o kişi bir insan değilmiş de, mitoloji kahramanıymış algısı oluştuğunu düşünenlerdenim. Böylece bu bilgilere okuyan ‘sıradan’ insanlar, dolaylı olarak ‘Ondaki süper güçler bende yok ki, o kadar başarılı olayım’ kolaycılığına zihnen kapı aralıyor.

Bunun için başarılı insanların günlük hayatları hakkında bilgi sahibi olmanın, onların da bizim gibi sıradan olduklarını gösterdiği kanaatindeyim. 

Bir Kissenger biyografisinde[1] Kissenger Ulusal Güvenlik Danışmanıyken bir günü nasıl programladığını buldum.

Dakikalar konusunda ne kadar hassas programlandığını görünce, birçok kez şahit olduğum ‘asla bitmeyen toplantılar’ aklıma geldi.

İşte 1973 yılının ilk iş günü olan 3 Ocak günü Kissenger’ın kendi hazırladığı programı:

8:30                 Ofise varış
8:50-9:00         General Scowcroft ve Albay Kennedy ile görüşme                             (dikkat toplantı sadece 10 dk)
9:05-9:15         Genelkurmay Başkanından brifing-Situation odası                               (Bin Ladin operasyonun izlendiği oda)
9:30-9:42         Ron Ziegler ile görüşme (Beyaz Saray sözcüsü)
9:45-10:26       Christine Nadeau ile röportaj (10:00’da ayrılacağım                              Julie röportaja devam edecek)
10:00-10:50     Başkan ile görüşme – Oval Ofis
10:57-11-35    John Ehrlichman (İçişlerinden sorumlu Başkan                                   Yrd.) ve Bob Halderman ile toplantı
11:40-12:25     Büyükelçi Phuong (Güney Vietnam Büyükelçisi)
12:28-12:45     Arthur Burns
1:20-3:50         Büyükelçi Dobrynin ile öğle yemeği- Sovyet                                        Sefaretinde
3:58-4:15         Larry Eagleburger (Kissenger’ın yardımcısı)
4:17-5:10         Başkan ile görüşme- Oval Ofis
5:13-5:43         Dr. Riland
6:20                 Ofisten çıkış- New York yolculuğu      


Herkesin 24 saati vardır. 

                          Başkan Nixon'a parmak sallarken




[1] Alistair Horne, ‘Kissenger’s Year: 1973’, Weidenfeld & Nicholson London 

18 Ekim 2013 Cuma

Hiperaktif İsviçre çakısı veya Karanlıklar Prensinin Veliahtı


Türkiye’de diplomasiye aşina çevrelerde ‘Karanlıklar Prensi’ deyince akla sadece bir isim gelir: Richard Perle. Amerikalı Cumhuriyetçiler arasında etkin bir konuma sahip olan Perle, Reagan zamanında savunma bakanlığı yardımcılığı yapmış, yıllar sonra Irak ve Afganistan savaşlarının başlatılmasında belirleyici rol oynamıştı. Perde arkasındaki iş bitiriciliği ile ‘Karanlıklar Prensi’ olarak anılmayı hak etmişti.

Perle’ün takma ismi bana hep Türkiye’de nispeten az bilinen Peter W. Galbraith ismini çağrıştırır. Savaş delisi olarak bilinen Perle’ün aksine Galbraith yıkmaktan çok, yıkım sonrası hasar tespit elemanı gibi çalışır. Cumhuriyetçi değil, Demokrattır, yerinde durmaz, hiperaktiftir. Ama Perle ile yolları iki kritik ülkede kesişir; Irak ve Afganistan. Bu ülkelere önce Perle girip ortalığı dağıtır, ardından Galbraith onarmaya çalışır. Bunları yaparken ikisi de para kazanmayı ihmal etmezler.

8 Ekim 2013 Salı

Medyanın gücü adına!


Geçtiğimiz günlerde önemli kurumlarından birinde çalışan bürokrat arkadaşımla sohbet etme imkanı buldum. Konu gazeteci-bürokrat ilişkisine gelince arkadaşım uzun zamandır biriktirdiği şikayetlerini yetkili merciye iletiyormuş gibi içini çekti ve başladı anlatmaya.

“Gazetecilere güven olmaz diyenler haksız değil.” diyerek sert bir giriş yaparak başına gelen en son kazayı anlattı. Ana akım medya kuruluşlarından biri arkadaşımın çalıştığı kuruma röportaj başvurusu yapıp, teklifi kabul edilince de yazılı olarak soruları göndermiş. Müdürü soruları arkadaşımın cevaplamasını isteyince, bizimki ‘aman yanlış anlaşılacak bir şey yazmayayım’ endişesiyle saatlerce çalışıp cevapları hazırlamış. Müdürün onayıyla da cevaplar gazeteye gönderilmiş.

4 Ekim 2013 Cuma

İran Siber Ordusu Komutanı Ahmedi'nin öldürülmesine dair birkaç not



3 Ekim Perşembe günü dünyanın saygın medya kuruluşları İran Devrim Muhafızlarının Siber Komutanı Mücteba Ahmedi'nin öldürüldüğü haberini son dakika olarak geçti. Vücudundan çıkan iki kurşun (birinin yakın mesafeden sıkıldığı belirlenmiş) olayın bir suikast olduğu şüphesini güçlendiriyor. 

Konuyla ilgili dikkat çeken bir kaç not paylaşmak gerekirse, ilk olarak böyle bir hadisenin ABD ve İran arasındaki gerginliğin son yılların en düşük seviyesinde seyrettiği bir dönemde gerçekleştiğini söyleyebiliriz. İran'ın yeni ılımlı lideri Hasan Ruhani ve ABD Başkanı Barack Obama bir telefon görüşmesi yapmış ve nükleer krizin çözümü adına önemli bir adım olarak nitelenmişti.

                       Suikastla öldürülüen nükleer bilimci Mustafa Ahmedi Roşan'ın cenaze töreni