8 Ekim 2013 Salı

Medyanın gücü adına!


Geçtiğimiz günlerde önemli kurumlarından birinde çalışan bürokrat arkadaşımla sohbet etme imkanı buldum. Konu gazeteci-bürokrat ilişkisine gelince arkadaşım uzun zamandır biriktirdiği şikayetlerini yetkili merciye iletiyormuş gibi içini çekti ve başladı anlatmaya.

“Gazetecilere güven olmaz diyenler haksız değil.” diyerek sert bir giriş yaparak başına gelen en son kazayı anlattı. Ana akım medya kuruluşlarından biri arkadaşımın çalıştığı kuruma röportaj başvurusu yapıp, teklifi kabul edilince de yazılı olarak soruları göndermiş. Müdürü soruları arkadaşımın cevaplamasını isteyince, bizimki ‘aman yanlış anlaşılacak bir şey yazmayayım’ endişesiyle saatlerce çalışıp cevapları hazırlamış. Müdürün onayıyla da cevaplar gazeteye gönderilmiş.


Röportaj meselesi kapandı diye düşünen arkadaşımıza birkaç gün sonra gazetenin muhabirinden telefon gelmiş. Muhabir cevapları aldığını fakat bir de fotoğraf çekmesi gerektiğini anlatmış. Kurumun hassas dengeleri dikkate aldığında öne çıkmanın iyi bir fikir olmadığını önceki tecrübelerinden öğrenmiş olan arkadaşımız muhabire en kısa zamanda döneceğini belirterek müdürünü aramış. Gazeteden gelen talebi iletip müdürün fotoğrafının uygun olacağını söyleyince, müdür de “Bu işle başından beri sen uğraştın, senin fotoğrafını çeksinler. Bana gerek yok” deyip işin içinden sıyrılmış. Gerçi, bu hareketin arkasında da başka kurum-içi dengeler mevcutmuş, ama bizimki onları çok sonra öğrenmiş.

Tek başına fotoğrafının çekilmesine razı olmayan genç bürokratımız, foto muhabiri kuruma gelince tüm ofisi toplayıp beraberce poz vermiş. Hatta birkaç grup fotosunu da hatıra olarak kendisine göndermesini muhabirden rica etmiş.

Benzer birçok hikayede olduğu gibi, röportaj basılınca olanlar olmuş. Ne yazılı metin verilen cevaplarla örtüşüyormuş, ne de fotoğraflar arkadaşımızın istediği gibiymiş. Yanlış anlaşılmasın, bizimkinin ‘fotoğraflarda yakışıklı çıkmamışım’ gibi bir sızlanması yok. Sayfayı düzenleyen gazeteciler grup fotoğrafı içerisinden, bizimkinin bir porte fotoğrafını çıkartıp, eller önde bağlı, hafif yan duran ve gülümseyen pozunu gazetenin birinci sayfasına dekupe yapıp basmışlar. Üstelik o zamanlar hızla şöhret olan bir oyuncunun yanında sürmanşette. Espriyle karışık “Eşim baya celallendi fotoğrafı görünce” dese de, asıl kıyamet evde değil kurumda kopmuş.

Çünkü gazeteci sadece fotoğraflarla oynamamış. Röportajda arkadaşımızın söylemediği, ima bile etmediği bir şeyi alıp başlık yapmış. Röportajı okuyan müdür arayıp bir güzel bizimkini fırçalamış. Konuşmaya fırsat bulunca “Efendim işin aslı öyle değil. Yazılı cevaplarda böyle bir şey yok” demiş. Müdür cevaplara tekrar bakınca doğru söylediğine hal vermiş. Fakat iş işten geçmiş. Kurumun başındaki bürokrat bu olayı ‘kökten çözmeye’ karar vermiş ve bizim arkadaşın sorumlu olduğu birimi başka bir kuruma devretmiş. Evet, yanlış okumadınız kurum içerisindeki başka bir birime değil, başka bir devlet kurumuna geçmiş sorumluluk.

Tüm bu tantanadan sonra muhabire telefon açan arkadaş yaptığının neye mal olduğunu söylemeden, neden röportajı çarpıttığını sormuş. Cevap: “Abi senin dediklerini yazsaydık kimse okumazdı, o başlıkla en çok okunan haber oldu.”



Bazı muhabirler ne kadar önemli bir iş yaptıklarının sanırım farkında değil. 

1 yorum: