Geçtiğimiz günlerde önemli kurumlarından birinde çalışan bürokrat
arkadaşımla sohbet etme imkanı buldum. Konu gazeteci-bürokrat ilişkisine gelince
arkadaşım uzun zamandır biriktirdiği şikayetlerini yetkili merciye iletiyormuş
gibi içini çekti ve başladı anlatmaya.
“Gazetecilere güven olmaz diyenler haksız değil.” diyerek sert
bir giriş yaparak başına gelen en son kazayı anlattı. Ana akım medya
kuruluşlarından biri arkadaşımın çalıştığı kuruma röportaj başvurusu yapıp,
teklifi kabul edilince de yazılı olarak soruları göndermiş. Müdürü soruları
arkadaşımın cevaplamasını isteyince, bizimki ‘aman yanlış anlaşılacak bir şey yazmayayım’
endişesiyle saatlerce çalışıp cevapları hazırlamış. Müdürün onayıyla da
cevaplar gazeteye gönderilmiş.
Röportaj meselesi kapandı diye düşünen arkadaşımıza birkaç
gün sonra gazetenin muhabirinden telefon gelmiş. Muhabir cevapları aldığını
fakat bir de fotoğraf çekmesi gerektiğini anlatmış. Kurumun hassas dengeleri
dikkate aldığında öne çıkmanın iyi bir fikir olmadığını önceki tecrübelerinden öğrenmiş
olan arkadaşımız muhabire en kısa zamanda döneceğini belirterek müdürünü
aramış. Gazeteden gelen talebi iletip müdürün fotoğrafının uygun olacağını
söyleyince, müdür de “Bu işle başından beri sen uğraştın, senin fotoğrafını
çeksinler. Bana gerek yok” deyip işin içinden sıyrılmış. Gerçi, bu hareketin
arkasında da başka kurum-içi dengeler mevcutmuş, ama bizimki onları çok sonra
öğrenmiş.
Tek başına fotoğrafının çekilmesine razı olmayan genç
bürokratımız, foto muhabiri kuruma gelince tüm ofisi toplayıp beraberce poz
vermiş. Hatta birkaç grup fotosunu da hatıra olarak kendisine göndermesini muhabirden
rica etmiş.
Benzer birçok hikayede olduğu gibi, röportaj basılınca olanlar
olmuş. Ne yazılı metin verilen cevaplarla örtüşüyormuş, ne de fotoğraflar
arkadaşımızın istediği gibiymiş. Yanlış anlaşılmasın, bizimkinin ‘fotoğraflarda
yakışıklı çıkmamışım’ gibi bir sızlanması yok. Sayfayı düzenleyen gazeteciler
grup fotoğrafı içerisinden, bizimkinin bir porte fotoğrafını çıkartıp, eller
önde bağlı, hafif yan duran ve gülümseyen pozunu gazetenin birinci sayfasına dekupe
yapıp basmışlar. Üstelik o zamanlar hızla şöhret olan bir oyuncunun yanında
sürmanşette. Espriyle karışık “Eşim baya celallendi fotoğrafı görünce” dese de,
asıl kıyamet evde değil kurumda kopmuş.
Çünkü gazeteci sadece fotoğraflarla oynamamış. Röportajda
arkadaşımızın söylemediği, ima bile etmediği bir şeyi alıp başlık yapmış. Röportajı
okuyan müdür arayıp bir güzel bizimkini fırçalamış. Konuşmaya fırsat bulunca “Efendim
işin aslı öyle değil. Yazılı cevaplarda böyle bir şey yok” demiş. Müdür
cevaplara tekrar bakınca doğru söylediğine hal vermiş. Fakat iş işten geçmiş.
Kurumun başındaki bürokrat bu olayı ‘kökten çözmeye’ karar vermiş ve bizim
arkadaşın sorumlu olduğu birimi başka bir kuruma devretmiş. Evet, yanlış okumadınız
kurum içerisindeki başka bir birime değil, başka bir devlet kurumuna geçmiş
sorumluluk.
Tüm bu tantanadan sonra muhabire telefon açan arkadaş
yaptığının neye mal olduğunu söylemeden, neden röportajı çarpıttığını sormuş.
Cevap: “Abi senin dediklerini yazsaydık kimse okumazdı, o başlıkla en çok
okunan haber oldu.”
Bazı muhabirler ne kadar önemli bir iş yaptıklarının sanırım
farkında değil.
Farkında olabilmek ümidiyle :)
YanıtlaSil